31 Ekim 2017 Salı

ANNEM BENSİZ UYKUDA

Bir hikâye yazmak istedim. Tüm ritüeller tamamdı. Kalemin ucunu sivrilttim, kalbim kanadı. Kalbin kapakları bir anda patlayıverdi, damarlarım perişan. Dün çok ağladım. Telefon çaldı açtım, annemdi. Durdum önce, hemen kestim ağlamayı. Anladı, tekrardan ağladım.
Kâğıttaki tüm karakterler o gece benimle birlikte masadaydı. Hepsinin yüzüne baktım. Ağladım dedim; biri başını salladı, öbürü çok sinirlendi, diğeri sessizdi. Geri kalana bakmadım. Sessiz olana yaklaştım, elini tuttum. Bak dedim, bak hepimiz yanındayız. Annem gibi ben de hemen anlamıştım.
Son satırlara yaklaşırken ben teker teker ayrılıyordu hepsi. Kulağımda Manuş Baba çalıyordu. Son cümleyi hala yazamamıştım. Tüm noktalar sözleşip virgüle dönüşüyordu.
Müziğin sesini biraz kıstım, balkona çıkıp şehri dinledim. Sokak sessizliğe kavuşmuştu. Lakin bu ölü toprağı biraz eşelesem orada birini bulacağımı biliyordum. Biraz daha dinledim geceyi, birinin sevgilisine sarılışını duydum. Titredim, biraz da hüzünlenmiştim. İçeriye girdim, kapatmadım balkonun kapısını. Hala Manuş Baba çalıyordu, ne de güzel karışıyordu sesi geceye. Hikâyeyi bitiremedim öylece bırakmaya karar verdim. Birkaç gün daha yaşatacaktım içimde. O masaya yine onlarla oturma isteğimden kaynaklanıyordu bu denli zorlanmam.
Telefona baktım. Annem uyumuştur diye aramadım. Bir yerde okumuştum; insan üzülünce ya da korkunca anne karnındaki gibi bacaklarını karnına doğru toplayıp kıvırırmış. Güvenli yere gitme isteğinden kaynaklanıyormuş. Belki de o yüzden annemi durmadan arıyorum.
“Yazmak için hüznü bekliyorsun, yapma” dedi odanın diğer ucundan bir ses. Bir nefes fazla bu odaya dedim. Kimse aldırmadı. Varlığımın ağırlığı sarsıyordu bedenimi. Keşke saat geç olmasaydı da arayabilseydim annemi. Bu karanlığın içinden çekip çıkarsaydı. Varlığımın anlamı olduğuna inandırır, beni çağıran ölüme kafa tutardı. Ellerimi balkon demirinden çeker ve sarılırdı. Ama saat geç, annem uykuda.
Tuhaf! Hayat, yaşamaya çalışırken önüme hep engel koyardı. Şimdi ölüme giderken elimden tutuyor. Karanlığa karışmama az kaldı.
Son bil vals. Yalnızlığın içinde sarılacağım son nefes. Son bir dize kâğıda, benden anneme veda.
“Kendimi öldürdüm, annem uykuda
Bileklerimden tek tek öperdi eğer uyansa
Benliğimi bağlayamadım yaşama
Annem seni çok sevdim, elveda
Ama o beni duyamaz, annem artık bensiz uykuda!”


15 Mart 2017 Çarşamba

KARŞI KALDIRIMDAN

KARŞI KALDIRIMDAN

Seninle yolda yürüyoruz öyle karşılıklı
Karşı karşıya.
Sen karşı kaldırımdan bana doğru gelmektesin
Ben karşı kaldırımdan sana…
Fakat nasıl oluyor?
İkimizde görmüyoruz kendimizden hariç hiç kimseyi.
Yani nasıl oluyor, bakarken gözlerimize, gözlerimiz değerken birbirine
Yani gözlerimiz diyorum kilitlenmişken bir diğerine
Nasıl oluyor da başımızı diğer tarafa çevirebiliyoruz?
Yani nasıl oluyor da öyle alelade bir insanmışız birbirimiz için,
Sanki öyleymişiz de; geçip gidiveriyoruz.
Yani diyorum ki sevgilim
Ben tam yanından geçerken bir omuz mesafe nasıl oluyor da kilometrelere dönüşüveriyor?
Sen yanımdan geçip giderken bana değen rüzgârın nasıl oluyor da sarmıyor bedenimi?
Ben bunları anlamakta zorlanıyorum, beni affet.
Anlayamıyorum, anlam veremiyorum bu olanlara
Sen karşı kaldırımdasın ben senin karşında
Öyle geçip gidiveriyoruz işte değmeden birbirimize.
Sana sarılmadan bir omuz mesafe
Yani tüm bunlar nasıl oluyor
Nasıl oluyor da dönüp bakmıyoruz geriye

Şimdi oturmuş bir kaldırıma bütün bunları düşünüyorum
Bu yabancılığımızı
Bu yakın olan uzaklığımızı
Bu gururumuzu
Bu aşkımızı
Bu, bu…
Sevgilim ben oturmuş bunları düşünüyorum,
Fakat sen nasıl oluyor da hala alt ediyorsun hayatımı?  

                                                          13.05.2016

19 Şubat 2017 Pazar

OĞUZ ATAY’A MEKTUP VAR
Sevgili Oğuz Atay,
Mektubuma sitem dolu cümleler ile başlamayı hiç istemezdim. Fakat elimde değil. Size söylemek istediğim çok şey var.
Benden önce doğup, beni beklemeden ölmüş olmanız traji komik bir sahne gibi. Herkes gülüyor, ben ise ağlıyorum. Beni bu dünyada bu insanların arasında savunmasız ve yapayalnız bırakmış olmanız centilmenliğinize hiç mi hiç yakışmıyor. Ama şunu söylemeden edemeyeceğim, iyi ki kitaplarınızı bırakmışsınız. Eğer onlar da olmasaydı yaşamıyor olduğunuz gerçeğini asla sindiremezdim. Kitaplarınız zaman zaman kafamı karıştırıyor. Hangi dünyada olduğumu unutturuyor. Gerçek miyim yoksa bir hayalin içinde miyim? Eğer gerçek olanlar Selim Işık ve Hikmet’in dünyası ise hemen yaşadığım bu saçma hayallerden uyanıp onlar ile birer kahve içmek isterim. Ama yok, benim yaşadığım gerçek onlar hayal ise; lütfen beni bu hayallerin içine hapsedin. Zira yaşadığım dünya epey bir acı barındırıyor ve beni tutsak ediyor. Tutsak ediyor beni acılara. Daha fazla dayanamıyorum Oğuzcuğum Atay.
Mezarını diyorum çiçeklerle donatacağım. Tutunacak bir dal bulmalıyım.
Bana anlatmalıydınız. Nasıl yaşamam gerektiğini, tüm bu olanlara nasıl katlanabileceğimi anlatmalıydınız. Beni böyle bir başıma bırakıp gitmemeliydiniz. Karşınıza geçip o delici bakışlarınıza gözümü kırpmadan sizi ne kadar çok sevdiğimi söyleyebilseydim keşke. O kitaplarını yazan ellerinizi tutabilseydim. Sizinle aynı odada bulunup aynı havayı nüfus edebilseydim. Aynı sabahlara uyanabilseydik beraber.
Sevgili Oğuz Atay,
Size bu mektubu yazmış olma sebebim, bu dünyaya ait olmadığım gerçeğinin günbegün farkına varmış olmamdır. Farkına varmış olmam ve yanınıza gelmek istiyor olmamdır. Biliyorum ki bana kızacaksınız. Kızmakta haklısınız belki de. Fakat benim olmayan bu hayatı daha fazla yaşayamayacağımı da biliyorsunuz.
Bakın bana. Bu ben değilim. İnsanlara gülümsüyor, onlarla konuşuyorum; yiyor, nefes alıyor, seviyorum. Yalan bir hayatı yaşıyorum. Siz de biliyorsunuz, bu ben değilim. İçimdeki fırtınaları durduramıyorken bir türlü, bunu gülümsemelerle kapatmaya çalışıyorum. Uyuyamıyorum, uyku tutmuyor hiç beni. Avare avare dolaşıyorum sokaklarda. İnsanlara anlatamıyorum derdimi. Ya hep bana üzülüyorlar ya da hiç anlamıyorlar. Ben bana üzülmelerini, acımalarını istemiyorum ki. Beni anlamalarını istiyorum. En azından anlamaya çalışmalarını.
Siz beni anlıyorsunuz değil mi? Anlıyorsunuz. Siz de yaşamış olmalısınız bunları. Anlatın bana, ne yapmalıyım? Bir silahla bitirebilirim bu hayatı.
Fotoğrafınızı aldım karşıma. Gözlerimi diktim gözlerinize. Soruyorum size, ne yapmalıyım? O güzel dudaklarınız saklıyor yaşadığım bu dramın sırrını. Konuşun benimle, size ihtiyacım var, lütfen.
Bu bahsi daha fazla sürdüremeyeceğim. Yanınıza gelme kararı aldım. Benim serüvenim bu kadar. Söylenilecek bütün sözler söylendi. Kitap bitti. Artık yeraltında paragraf açmalıyım.
Sevgili Oğuz Atay, yanınıza geliyorum. Buluşmamıza çok az kaldı.
                                                                                                                         28.08.2016

16 Ocak 2017 Pazartesi

UÇURUMDAN DÜŞÜYORSUN

Gölgene bak
Aynadaki yansımana gülümse
Pencereyi aç ve sesimi kucakla.
Sarıl ona, güçlü dursun
Güçlü durmalı hayata, sarıl ona.

Gidişin geri dönüşü yok, hayır, hayır olmamalı
Kaybetmeden kendini geri dönemezsin
Eksilmeden çoğalamazsın.

Kim bu konuşan, aynadaki yansıma?
Gölgeni hiçbir zaman ezemezsin
Kim bu konuşan aynadaki yansıma?

Sarıl bana
Uçurumdan düşüyorsun!

Bak kayıyor ellerin
Gözlerin buluşuyor ölümle karanlıkta
Korkuyorsun, sarıl bana!
Gölgeni öp
Aynadaki yansımanı sev
Pencereni aç ve sesimi kucakla
Sarıl ona, çünkü korkuyorsun
Sarıl bana
Uçurumdan düşüyorsun.

03.01.2017